Uzman Klinik Psikolog Saba BAŞOĞLU

PSİKOTERAPİ DERKEN: nedir? Ne değildir?

Psikolojik problemlerini iyileştirilmeyi ya da günlük yaşamının tıkanıklıklarını çözmeyi gündemine alan kişi, “Psikoterapiye NEDEN GİDEYİM?“ tartışmasını da sesli ya da içinden yapmaya başlar. Bir yerlerde takılmalar olduğunu ayrımsayarak başlayan farkına varma sürecini psikoterapi tamamlar.

“İyileştirme” ya da “tedavi” sözcüklerinin, insanın içsel yaşantısı için kullanmak doğru bir yaklaşım olmayacaksa da, şimdilik bu kavramlardan yola çıkmayı deneyelim. Genellikle, insanlar bacağında bir şiş, ağrı, işlev bozukluğu ya da standart dışı bir şeye rastlamadığı sürece ortopediste ( ya da başka bir rahatsızlık nedeniyle, üroloğa, jinekoloğa vs.) gitmez. Kişinin ilk gözüne çarpan şey, nedeni her ne ise ne, yaşam standardını bozan semptomdur (belirtidir). Durumla ilgili bir uzmana danışır, uzman genel bilgileri alır, belki dış muayeneden sonra, çeşitli test ve tahliller ister. Bulunan şey her ne ise, kişinin yaşam şartları, yaşı, diğer rahatsızlıkları gibi bireysel özelliklerine göre bir plan kurgulanır. Psikoterapiye giden yol da çok farklı değildir. Sosyal, özel ya da iş yaşamında, duygu ya da düşünce hareketlerinde, yeme- içme gibi basit görünen işlerde ya da bedeninde tanımadığı şeylere sık sık rastlayan ve bu SEMPTOMLAR ile ruhsal hayatı arasında bağ kurabilen kişi, yine onların aracılığıyla terapi odasının kapısını çalar.

Motivlerimiz, duygularımız, düşüncelerimiz, hareketlerimiz ve algılarımızı ne kadar az ayrımsarsak, o kadar çok bunların kontrolü altına gireriz ve artık işe yaramayan eskimiş kalıpların içinde hapsolup kalırız. Semptomlardan (belirtilerden) kurtulmanın yolu, maskelenmiş, yönünü şaşırmış ya da semptomlarla kendini dolaylı olarak dışa vuran bilinci, her gün ve sürekli olarak keşfetmek ve onu yaşama dahil etmekten geçmektedir (diğer yazılarımdaki Farkındalık kavramına bir göz atın). Yapılandırılmış tüm terapi biçimleri aslında bu şekilde işlemektedir, ayrımsamayı arttırarak ( bu nedenle “deli doktoru” saçma bir kelimedir; psikoterapi tam tersi bir bakışa sahiptir, terime ve “deliliğe” takılmaz, içerikle uğraşır). Gerçekte, sağaltımın odak noktası, semptomlardan kurtulmak değildir; iç huzurunda, mutlulukta, güçlü ve özgür hissetmede genel bir artış bir hedef olabilir ve kendini gerçekleştirme, bu fark ediş yolculuğunun anahtarı gibidir.

Siz: “Ben zaten ne yaptığımı, ne hissettiğimi, neye inandığımı biliyorum” demeden: Eğer tamamen farkında olsaydık semptomlarımız olmazdı. Panik, anksiyete, depresyon, bağımlılık gibi anlaşılmaz tekrarlar arasında boğulmak yerine, yaşamın iniş çıkışlarına verilen akla uygun tepkileri hayatımıza dahil edebiliriz. Rasyonel davranabilmek, yeteneklerimizi, zihnimizi ve enerjimizi, bizi tatmin edecek sonuçlar için kullanmak mümkün. Hatalarımızdan öğrenebiliriz, sevdiğimiz kişiyi incitmemek ya da bizi inciten kişi tarafından aşağı çekilmemek mümkün. Diğer yandan, bu önermeleri hazmetmek hala zor geliyorsa, diğer sayfalara bakın, özellikle Psikolojik Esneklik yazısına.

Ayrımsamak için neye ihtiyacımız var? Hayır, bazı unutulmuş çocukluk anılarına değil; ara sıra geçerli olmasına rağmen, bu üstün körü ve samimiyetsiz bir yanıt olurdu. Daha ziyade, spesifik deneyimlerle tekrar temasa geçmeye, algının yaşadığı anları ve nereden geldiğine bakmadan, hatta spesifik olayla bağlantısız olsa bile, duyguları bütünüyle masaya yatırmaya ihtiyacımız var. Zaten semptomlar aracılığıyla hem bundan kaçıyor; hem de bunları dolaylı olarak ifade ediyoruz. Sıkıştırmalar, bilinçli olmayı gerektiriyor ama sıkıştıran kişiye karşı değil (öyle biri varsa), bireyin kendisindeki aşağılanma ve güçsüz olma korkusuna karşı uyanık bir bakışa ihtiyacımız var. Bu korkular için sürekli ödenen bedeller, çok çeşitli şekillerde ortaya çıkabiliyor: başkalarını ya da durumları tamamen kontrol etmede ısrarcı olmak, bu kontrolden emin olamayınca kendini izole etmeye zorlamak, kontrolü kaybetme korkusuyla fobi ya da panik atak geliştirmek... Bir yandan da, terapi sırasında geri çekilerek izlemeye başlama, asıl dehşet unsurunun çağrılmasıyla gerçekleşir. Şunun ne anlama geldiğini düşünün: semptomların üstesinden gelmek için kişi, korunmak için savunma mekanizmalarıyla örttüğü şeyle yüzleşir; en kötü kabusuyla yüzleşmek durumundadır. Psikoterapi de bu yüzleşmenin, yıkıcı değil, kişinin kendi zamanında ilerleyen bir ritimle, bütünleyici teknikleri kapsamaktadır.

İyi haber, ayrımsama, psikoterapinin büyülü hediyelerinden biridir. Bu bağlamda, psikoterapi birine yapılan bir şey değil; iki kişinin beraberce yaptığı bir şeydir. Bir teslimiyet durumu değil, sürekli aktif olma halidir. Terapiyle ilgili çok sık rastladığım, “Ben kendi kendime hallederim” yorumuna: zaten kendin için gereken kaynağı bulma ve onu kullanma kabiliyetini kullanıyorsun, yani yine kendin hallediyorsun.

Bana hangi konudan başvururlarsa vursunlar, psikoterapi görüşmelerimde, arkadaşlarımda ve kendimde defalarca görüyorum: Her nasıl hissedersen hisset, onu daha rahat atlatacak, daha iyi hissedecek, ve işlevselliğini geliştirecek olan kendinsin.

​​​​​​​​​

Saba Başoğlu